Sayfa yükleniyor

HABERLER

Ara

Belediye Başkanı Sayın Ülgür Gökhan'ın 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 105.Yıl Dönümü Konuşması


Sevgili Çanakkaleliler, 

Dünyanın dört bir yanına dağılmış, ancak yüreği bugün Çanakkale’de atan sevgili dostlar,

Bugün, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferinin 105. Yıldönümü.

Size eşsiz bir kahramanlığın yıldönümünde, 

"Özgürlüklerin ve Barışın Kenti Çanakkale"den sesleniyorum. 

Bugün, bizler için şehit olanları anlatmayacağım. 

Onların aziz hatıraları zaten sonsuza dek hep taptaze yüreklerimizde,


Ben bugün size başka birilerinden bahsedeceğim. 

Pek görülmese de görülmek istenmese de övgüye değer birileri var. 

Anıldıkları, anlaşıldıkları yok. Anıtları yok. Ama anıt gibi birileri var.

Çanakkale şehitleri gibi özverili ve yürekli birileri var.  Kadınlar. 


Ben bugün Çanakkale Savaşını ve kadınlarını anmak istiyorum. 

İnanıyorum ki 105 yıl sonra o fedakâr kadınları hatırlamakla, 

Kadınlarla birlikte erkek kahramanlarımızın da ruhları huzur duyacaktır. 


Sevgili Dostlar, 

Kınalı kuzulardan bahsederiz hep.  Peki ya onları kınalayanlar? 

Anıtları dikilenlerden söz ederiz hep.  Ya ağıtları yakanlar? 

Kaçının adını sayabiliriz bir çırpıda? 

Oysa 105 yıl evvel Çanakkale’nin yangın yerine, bir parçalarını gönderdi onlar. 

Toprakları, kadınlıklarıyla onlar harman etti.  

En ağır bedelleri hep onlar ödedi. 

Kim demiş ki Çanakkale Cephesine sadece erkekler gitmiştir. 

Bir de ellerinden tutup dualarıyla analar gitmiştir. 

Kim demiş ki sadece askerler can verir.

Oğullarıyla birlikte, analar da toprağa canından can verir. 


Burası Çanakkale’dir, burası hürriyet için düşmeyecek ANA Kaledir. 

Anaların evlatlarını gönderdiği Çanakkale, aslında ANA’lara çok benzer. 

Şefkatli bir ana çocuklarını nasıl bağrına basarsa, Çanakkale’de işte öyle bağrına basar. 

Üstelik evlat da ayırt etmez; 

Hatay’lı Mehmet'i de, Manastırlı Hüseyin Avni'yi de, Fransız Joseph’i de, Avustralya'lı Tom'u da koynunda saklar. 

Çünkü analar bilir; tarihi yazanlar rakamlar değil insanlardır.


Değerli Yurttaşlarım,  Sevgili Çanakkaleliler

Çanakkale Türküsü ’nü hepimiz biliriz,

Heybetli söylenir. Ama gönlümüzün de tellerini titretir. 

Aynalı Çarşı; bir askerin başı kadın, sonu kadın olan türküsüdür. 

“Ana Ben Gidiyom Düşmana Karşı” diyerek bir kadına vedayla başlar yolculuk. 

“Kimimiz nişanlı, kimimiz evli.” sözlerinde, geride bırakılan kadınlar hatırlanır. 

“Analar babalar umudu kesti. Of gençliğim eyvah.” sözleriyle türkü biter.

Ve bir türkü değil sadece, uzaklarda bekleyen bir kadının kalan son umudu da biter. 


Kadınlar çok kıymetli. 

Bu kıymeti başkalarından öğrenecek değiliz. 

Çünkü Atatürk isminde bir başöğretmenimiz var. 

Kimse boşuna uğraşmasın. Yok saymaya çalışsalar da görmezden gelseler de Atatürk var. 

Bir ananın hakkını teslim etmenin, kadına değer vermenin ne olduğunu bize o gösterdi. 

Anzac Annelerine şöyle seslendi:

“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz.  Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Ve uzaklardan Avustralyalı bir anne Atatürk’e şu mektupla cevap verdi; 

“Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. 


Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz.  Çünkü, yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi ve saygıyla…”


Atatürk işte bunun için çağının ötesinde bir liderdir. 

Çünkü vicdan budur, insani olan budur.


Sevgili Dostlar; 105 yıl önce kalbi Çanakkale’de atan kadınlar vardı. 

105 yıl önce, Çanakkale’de evladı toprağa düşse, o an yattığı yerden doğrulan analar vardı. 


İşte 105 yıl önce Çanakkale’de bir fidan toprağa düşüyor. Yer Conkbayır. 

Ve memlekette bir sevgili. Yüreği cayır cayır.

Ötede bombayla bir kınalı kuzu yara alıyor. Yer Seddülbahir.

Çok uzaklarda bir nişanlı, gözyaşları bir nehir. 

Yükseklerde bir nöbet yeri. Yer Kemalyeri. 

Köyünde bekleyen kadında yürek yangın yeri.

17 yaşında canlar toprak oluyor. Yer Anafartalar.

Ağlarsa onlara, bir tek analar ağlar.

Kimse boşuna uğraşmasın. 

Çanakkale’de mucizeler yaratmaya, hurafeler uydurmaya gerek yok. 

Çünkü Çanakkale’nin kendisi bir mucize. 

Kadınlarsa, başlı başına bir mucize. 

Mesela bir kadının bir parçası Seyit Onbaşı olup bir devi deviriyor. 

Mesela bir başka kadının bir parçası Yahya Çavuş olup orduları korkutuyor. 

Mesela Zübeyde Hanımın bir parçası Mustafa Kemal Atatürk olup savaşın kaderini, ülkenin geleceğini değiştiriyor. 


Kadınlar, 

Onlar ki can verir. 

Çanakkale’de yara alan askerlerin, yaralarını saran Hilal-i Ahmer Cemiyetindeki kadınlar gibi, gönüllü hastabakıcılar gibi ve daha nice kadınlar gibi. 

Kim bilir kaç kadın, Çanakkale’de başka bir kadının emanetini yaşatmıştır. 


Kadınlar.

Onlar ki emek verir. 

50’yi aşkın gazeteci arasındaki o kadın gibi. 

Bomba ve havan mermileri yağmuru altındaki Çanakkale Cephesi’ne Bulgaristan’dan çıkıp gelmiş GAZETECİ Wanda Zembrzuska gibi. 

Kim bilir kaç kadın, başka bir kadından haber beklemiştir. 


İşte yardım meleği olarak nam salan HEMŞİRE ERİKA. 

Düşen top mermisi ile birazdan can verecek. 

Kim bilir kaç kadın daha, özgürlük uğruna başka kadınlar için can verecek.



İşte kadının örgütlenerek yardım elini uzatmasının öncülerinden adı çok da bilinmeyen Hamiyet Hulusi Hanım,

Çanakkale Savaşları’nda sefil ve aç olarak sokakta kalan çocuklara, şehitlerin dul ve yetimlerine İstanbul’dan yüreklerini açan, koruyan, kollayan kadınlar onlar.

Bu coğrafya kadın mucizeleriyle dolu. 

Her şehidin ardından bir kadın bekler. 

Ebediyete uğurlananları, üstelik ebediyete kadar bekler. 


105 yıl ötesinden kadınların sesi geliyor. 

İstanbul’da kadınlar haykırıyor. “Vatan yalnız silahla müdafaa olunmaz. Geride kalanlara bakılacak, gazilere yardım edilecek. Koşun” 

Bursa’da bir kadın derneği haykırıyor “Askere çamaşır yetiştirmek lazım; dikiş dikmek veyahut diktirmek arzu edenler, sizi çağırıyoruz.”

Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin kadınları haykırıyor “Vatan ve milletin müdafaasında asker vazifesini bilirken, geri kalan kısmı boş duramaz.”

Bugün de o ruh var. Çünkü kadınlarda sarsılmaz bir ruh var. 

Sivas Gemerek’te yalnız yaşayan 90 yaşındaki Gülhanım Ninenin örüp sakladığı çorapları, Barış Pınarı Harekâtında Mehmetçiğe göndermesi öyle bir ruhtur. 

Ankara Kahramankazan’daki kadınların evlerinde baklava, gözleme, yaprak sarması yapıp Zeytin Dalı Harekatı’ndaki Mehmetçiğe göndermesi öyle bir ruhtur. 


Saygıdeğer Yurttaşlarım, Değerli Çanakkaleliler, 

105 yıl ötesinden Çanakkale için kadın yüreği atıyor. 

Gönüllü kadınlar, şehirlerde ev ev, mahalle mahalle dolaşarak kahramanlar için yiyecek istiyor, giyecek istiyor. 


Bir kadın derneği yalvarıyor “Muhterem anaların vicdanlarına sesleniyoruz. Yaralı misafirleriniz geldi. Çanakkale’de sizin için vuruşup parçalandılar! Kadınlar, bize yatak gönderin!” diyor. Halkın emeğinin üstüne yatanlar, hakkımızı istediğimizde çamura yatanlar, şatafat içinde yan gelip yatanlar bunu anlayamaz. 

105 yıl önce İstanbul’da kadınlar dertli. Bayram geliyor. Oysa, Çanakkale şehitlerinin geride kalan çocuklarının boynu bükük. 

350 kadar şehit evlâdına bayram elbiseleri hazırlanıyor.  

Ve çocuk tacizcileri ve onları görmezden gelenler bunu hiçbir zaman anlayamayacak. 

Ve Vakıflar Mektebinin kocaman yürekli küçük kızları, harçlıklarından topladıkları paraları 105 yıl önce şehit çocuklarına veriyor.  Vakıfları para aklama merkezi yapanlar bunu hiç kavrayamayacak. 

Kadınlar bir dayanıklılık, bir metanettir. 

Bir anne Çanakkale Cephesine evladını gönderiyor. Ve şöyle diyor “Sen aziz çocuk, fırtınalı ve karanlık yollarda vatan hududuna doğru uzaklaşırken, yaşlı gözlerim, ateşli kalbimle: git, git diyorum. Lakin vatanın selamet ve zafer sancağı altında şerefle gel...” 

Bir ananın yavrusuna olan hasretinin ne olduğunu Soma Faciasında Ayşe Teyze’de gördük. “Oğlum Yüzme Bilmezdi, Suyun İçinde Ne Yaptı” diyen Ayşe Teyze unutulabilir mi? 


Buradan aziz şehitlerimize de seslenmek isterim. 

Sen yar diye vatanını bilen, ölümü beklerken dahi sevdiğine mektup yazıp, RUHUM diye hitap edensin. 

Bizse kadınlarımıza böyle seslenemedik, hak ettiği değeri ona veremedik,  kestiği saçını satıp, parasını cepheye gönderen kadını, hak aradığı meydanlarda saçından sürüdük. 

Özgecanı, Şule’yi, Emine’yi, Ceren’i ve daha nice kadınımızı hayatta tutamadık. 

Sen kadınına mektubunun arasında kır çiçekleri gönderirken, biz kadınlarımızı koruyamadık.

Biz erkek doğduk, ama adam olamadık. 


Kıymetli Yurttaşlarım aradan 105 yıl geçti. 

Şimdi Anadolu, yine ağlayan ve gururlu Ana Dolu. 

Şehit cenazelerinde, kimi asker elbisesi giyinmiş, kimi selam duran, dimdik ve vakur kutsal analara, eşlere, kız kardeşlere, evlatlara selam olsun. 

Ateş en fazla da düştüğü yeri yakar. 

Umursamamak, unutmak, olsa olsa yanan ateşe odun atar. 


Şurası da kesin ki şehidin helvası, sizlerin ocağında kavrulmadığı sürece size hep tatlıdır. 

Bana göre en kavurucu ağıt, bir kadının feryadıdır. 

İşte ayaklarının altı öpülecek analardan biri daha geçen günlerde şehit olmuş evladının botunu öpüyor, yavrusunun kokusunu o botta arıyordu. 

Çünkü Behçet Kemal Çağlar’ın bir şiirinde dediği gibi 

Sevginin en kutsalı “anam” diyen sestedir. 

“Çocuğum” dünyadaki en sevimli bestedir. 


Tabii ki vatan sağ olsun. Vatan sağ olsun, ama keşke çocuklarımız da sağ olsa. 

Başımız sağolsun. Başımız sağ olsun, ama keşke canımız da canlarımız da sağ olsa. 


Kadınlar, kadınlarımız  Bir de mülteci kadınlarımız var. 

Onlarınki bilinmeze hüzünlü bir yolculuk. Yolcularıysa ana ve çocuk. 

Kimi masmavi bir umudun peşinden denizin maviliğinde boğulur, kimi bir sınırın boyundan kovulur. 

Her soğukta, kim bilir kaç çocuk, kaç kadın ve kaç umut üşür?

Sınır boylarında düşe kalka giden çocuk, insanlığın düşüp kalkması değil de nedir? 

Her ölümde, insanlık kim bilir kaç kez ölür?

Dünyanın her yerinde kadınlar var. 

Yüreklerine hergün kara saplı bıçaklar saplanan kadınlar var. 

Orhan Seyfi Orhon’un dediği gibi 

“Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş. 

İnsanlar ne kadarda merhametsizmiş.” 

Srebrenitsa katliamında “Çocukları küçük mermilerle öldürürler, değil mi anne’ sözleri hiç mi ruhları sızlatmaz?” 

Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta ve Afrika’da acı çeken kadınlar hiç mi yürekleri yaralamaz? 


Oysa bütün kadınlar paha biçilmezdir. 

Kaz Dağları’nın efsanesi Sarıkız gibi, Troia’da Helen gibi güzeldir onlar,  

Gelibolu’da ilk öğretmen Refet Angın gibi bilgedir onlar,

Çanakkale Cephesinden gelen yaralılara gönüllü hastabakıcılık yapan Edibe Hanım’dır onlar,

Bilim insanı olup etraflarını aydınlatan Muazzez İlmiye Çığ’dır onlar,

Doktor olup, Anadolu’da cüzzama savaş açan Türkan Saylan’dır onlar,


Çanakkale savaşının 105. Yıldönümünde; 

Çanakkale gibi çok özel bir şehrin Belediye Başkanı olmanın gururuyla, 

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm kahramanlarımızı, Çanakkale Şehitlerimizi ve canlarını, ruhlarını bu güzel toprağa veren yüce kadınlarımızı şükranla anıyorum. 

105 yıl önce yol gözleyen nişanlılara, eşini yitirenlere, yetimlere selam olsun. 

Düşman donanmalarından daha kudretli ve mübarek analara selam olsun. 

Onurlu, cefakâr, özverili, yiğit kadın gibi kadınlara selam olsun

Huzur içinde uyusunlar. 

Şükran, sevgi ve saygıyla. 

18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 105. Yılı kutlu olsun 

https://www.youtube.com/watch?v=2n3dc2eQggs


Ülgür GÖKHAN

Çanakkale Belediye Başkanı 

18 Mart 2020


18.03.2020 10:00