ÖNSÖZ
Lig şampiyonluğunu belirleyecek bir maçın sonrasında sokaklar taraftarların
tezahüratlarıyla dolu. Kalabalığın dağılmasını biraz bekleyerek eve dönüş yoluna
koyulduğumda bir itiş kakışla burun buruna gelmiştim. Bağrış çağrış, bir kıyamettir
kopuyor ortalıkta. Ayırmak için bağıranlar, birilerine kızıp bağıranlar, birbirlerinin
üzerine atlamaya çalışanlar ve onları ayıranlar ve arada da eli uzun sopalı adamlar ve
resmi giysili polisler… Sokaktan çıkış yok. İlerisi tıkalı. Ancak geri dönebilirsin. Ve
kalabalık benden yana geliyor ki zaten aramızda 10 metre ya var ya da yok…
Kalakalmıştım. Tanıdıklarım vardı itiş kakışın içindekilerden. İterek ayırmaya gayret
edenler bir ara başarılı oldular ve çatışmadan kopartılan bir grup benden tarafa öfkeli
bağırtılarla yürüdü. Gelen guruptan ilk yüz yüze geldiklerimizden biri ki, yüzü
kızartılarla dolu, öfkeli ve gözleri yaşlı genç; avuçlarını açarak bana, "gör bunları Saim
abi gör Roman olduğumuz için bizi copluyorlar gaz sıkıyorlar hep bize yapıyorlar gör abi
gör bunları" diye yüzüme yüzüme haykırdı arkadan gelen eli sopalılardan kurtulmak
için de bir yandan uzaklaşırken...
O görüntü ve o feryat silinmedi hâlâ…
Bir öykü tadında olmayacak can yakıcı bu durumla yüz yüze kaldığımda bir kere daha
anladım ki "birşeyler yapmak lazım"dıya sonsuz kereler ve bıkmadan usanmadan
devam etmek, tekrar etmek gerekliydi.
*
Yüzyıllardır "mekânsızlar" ve "tarihsizler" olarak görülmüş "Romanlar" vardır dünyanın
dört bir yanında.
Tanımasak da, görmesek de onlar için "yargılarımız" tamdır. Önyargılarımız sarsılmaz ve
yıkılmaz diriliktedir!
Onlar ne halktır, ne topluluktur, ne millettir, ne ulustur… Nerede yattıkları, nerede
yaşadıkları hiç bilinmemiştir… Bir şeyler yerler mi, yemezler mi, çalışırlar mı, çalışmazlar
mı bilinmez, ama Onlar sadece "Roman"dır.
Onlar yetmiş iki buçuk milletin sadece "buçuğu" olarak bilinmişlerdir…
Onlar güvenilmez, çok tehlikeli, hırsızdır. Kısacası "suçlu" olarak damgalanmışlardır…
Onlar istenmeyen kişilerdir…
Gözden ırak kenarda köşede yaşayabilirlerdi ve yeter ki "bize" bulaşmasınlar "bize"
görünmesinlerdir…
Devletlerin de onlar için bir damgası vardı "kamu güvenliği için tehdit"tiler…
Ve sözün kısası onlar "yok"turlar.
*
Çanakkale. Sarıçay. Çay Kenarı. Cami-i Kebir. Fevzipaşa. Mahalle. Mahalleliler…
Bütün bunlar birçok şey çağrıştırır söylendiğinde. Bu birçok şeyin içinde en başlarda
akla gelenlerden biri de "Romanlar"dır.
Evet, onlar, Sarıçayla Çanakkale Boğazının kesiştiği yerde, Çimenlik Kalesi'nin dibinde,
Çanakkale'ye komşu olarak yaşarlar.
Mekânları vardır mekân denilebilirse.
Evleri vardır ev denilebilirse.
İşleri vardır iş denilebilirse.
Eğitimleri vardır eğitim denilebilirse.
Sağlıklıdırlar "sağlık" denilebilirse.
Geçelim bunları! Boşverelim!
Onların dokuz sekizleri vardır ve bir güzel oynar dans ederler ki yediden yetmişe…
Çok candandırlar, gününü yaşarlar, ne gam ne tasa….
Lâkin, bilirler kederi de paylaşmayı…
Hayatları neşelidir, eğlenmeyi çok severler…
Beraber güler beraber ağlarlar zamanında ve yerinde…
Bunları da geçelim! Boşverelim!
Romanlar, onlarca, yüzlerce yıldan beri Çanakkale'de yaşarlar. "Yok" değillerdir.
Eğitimsizlik, işsizlik, yoksulluk sarmalında hayatlarını sürdürmeye gayret ederler.
Kentin onlarla kurduğu kadardır kentle kurdukları ilişki.
Onlar ayrıcalık istemezler…
Diğerleri kadar eğitim, diğerleri kadar iş, diğerleri kadar sağlık, diğerleri kadar sağlıklı ve
yeterli konut, diğerleri kadar hizmetten yararlanma…
Diğerleri kadar eşitlik, diğerleri kadar fırsat, diğerleri kadar söz, diğerleri kadar
temsiliyet…
Kısacası diğerleri kadar "İnsan" hakkıdır talepleri ve beklentileri. Ve herkes gibi, "insan"
yerine konulmaktır ve kendilerini "kendileri" gibi yaşamaktır istedikleri.
*
Vakit geç olmadan, kentimizin değerli bir parçası olan Romanların yaşam ortamlarını ve
yaşam kalitelerini ve insani gelişmişliklerini gerçekleştirmenin uğruna, kendilerinin öne
düştükleri bu yolda, kamu kurumlarına da ciddi bir yol arkadaşlığı sorumluluğu ve
görevi düşmektedir.
Yalnızca onlara mı?
Yerel sivil toplum kuruluşları ve temsilcilerine, merkezi yönetim organlarına,
uluslararası kuruluşlara düşen, düşecek olan pay, sorumluluk ve görevler var.
"Mahalleli" yola koyuldu…
Geri dönüş yok.
Bu kitaplaşmış raporda "mahallenin" durumu mahalleliyle birlikte ortaya konuldu,
yalansız dolansız…
Hepimize düşen görev de bu yalansız dolansız ortada duran gerçeği "yeni bir gerçeğe”
çevirmektir.
*
Yapabilir miyiz? Yapabiliriz.
Saim Yavuz
Çanakkale Kent Konseyi Başkanı
Fevzipaşa Birlik Beraberlik Çalışma Gurubu Koordinatörü